Dünyanın En Tehlikeli Hayvanı: Bir Aynanın Ardındaki Gerçek

1963 yılında Bronx Hayvanat Bahçesi’nde açılan küçük bir kafeste, insanlığın hafızasında yer eden en sert gerçeklerden biri sunuldu ziyaretçilere. Kocaman bir çerçevenin üzerinde kırmızı harflerle şu yazılıydı: “Dünyanın en tehlikeli hayvanı.” İçine baktığınızdaysa sizi beklediğiniz gibi bir kaplan, bir timsah ya da bir yılan karşılamıyordu. Yalnızca bir ayna vardı. Ve aynada kendinizi görüyordunuz.
Basit ama bir o kadar da çarpıcı bir deney değil mi? En nihayetinde bizler yalnızca doğayı yakıp, hayvanları yok edip, nehirleri zehirlemiyoruz. Biz aynı zamanda birbirimize de zarar veriyoruz.
Bir düşünün, bir hayvan başka bir hayvana işkence eder mi? Malesef ki konu açlık savaşları değilse aklına bile gelmez. Ama insan, insana bunu yapar. Aç bırakır, aşağılar, savaş başlatır, bombalarla yok eder. Kimi zaman sessizce acı çektirir, kimi zaman hedef göstererek öldürür.
Ama bu hikâyeyi yalnızca karanlıkla yazamayız. Çünkü aynı insan; sarabilir, onarabilir, yeniden inşa edebilir. Aynı eller okşayabilir, şefkat gösterebilir, barış inşa edebilir. Yıkıcı gücün karşısında yaratıcı bir taraf da vardır. Mesele, hangisini seçtiğimizdir. Belki de Bronx’taki o ayna bize yalnızca “ne kadar tehlikeli” olduğumuzu değil, “ne kadar sorumluluk taşıdığımızı” da gösteriyordu. Çünkü artık zaman, yüzleşme zamanı. Gücünü yönetmeyi öğrenemeyen insanlık, büyümek zorunda.
Vicdan evriminden geçmeden, gerçek bir dönüşüm başlayamaz. Ve belki de en büyük umut, hala pişmanlık duyabilen o tek canlının içinde gizlidir.